Nevşehir’de doğdu. Nevşehir’den Rıza Günal, Aksaray’ın Camiliören Köyü’nden Ayşe Dağarslan’ın ilk çocuklarıdır. Baba tarafından Nevşehir’in Kızılcin Köyü’nden gelip kasabaya yerleşmiş ve “Kızılcinoğulları” olarak bilinen bir ailedendir.
Özyaşam Öyküsü
Çoğu Anadolu insanı gibi benim de doğum günüm belli değil. Bağbozumunda dünyaya gelmişim, Nevşehir’de. Yıl: 1923 (1339)
Babam Nevşehir ilçesinden, anam Aksaray’ın Camili Ören köyündendir. Ailenin geçimi bağcılık üzerinedir. Toprak verimsizdir. Altı yaşında, ailenin geçim yükünü hafifletmek için, Koçhisar’daki büyükbabamın yanına çağrıldım.
İlkokul öğrenimini Koçhisar’da yaptım. Tatil aylarında annemin yanına gelirdim.
Ortaokul öğrenimini büyükbabamın yardımı ile Nevşehir’de yaptım.
Bu dönemde resim vazgeçilmez bir tutku oldu benim için. Yaptığım işlerin çevremde uyandırdığı ilgi de bana güç veriyordu. Fotograf büyülterek kazandığım üç-beş kuruşla, içinde bulunduğum yoksulluğu gidermeye çalışırdım. Ummadığım bir olay oldu: öğretmenlerimin gayreti ve resme olan yeteneğim karşısında belediye “reisinin” duyduğu anlayış kaderimi değiştirdi. Nevşehir Belediyesi’nin sağladığı ayda 13 lira yardımla Akademi’ye resim öğrenimi için yollandım. Yıl: l939: yaş: 16. Benim için yeni bir yaşam, yeni bir dünyanın başı.
İkinci Dünya Savaşı da patladı.
Akademi çok yabancı geldi bana; arkadaşlarımla aramdaki yaş ve çevre farkının ezikliğini duydum başlangıçta. Hocalarım ve özellikle L. Lévy’nin gösterdiği ilgi beni kurtardı, güven kazandırdı. İyi ve başarılı bir öğrenci olduğum söylendi.
Yoğunlaşan savaş, yaşamı da günden güne güçleştirirken babam öldü; anam, iki küçük kardeşimle yalnız kaldı.
Eve destek olmam gerekiyordu.
Akademi öğrenimim de yoksulluk içinde geçti. Bir yandan para kazanmak, bir yandan kendi kendimi yetiştirmek, bir yandan da resim öğrenmek sorumluluğumu bir arada sürdürdüm.
1946 yılında bitirdim Akademi’yi.
İlk açılan Avrupa sınavını kazandım. 1948’de Fransa’ya “Duvar resmi ve Fresk öğrenimi”ne yollandım.
**************
Akademi’de öğrencilik dönemim İkinci Dünya Savaşı’nın etkisi ile oluşan, sanat ve kültür sorunlarına da yansıyan çelişkin bir ortamı kapsar. Bu çelişik ortamda bir sınıra kadar tartışılabilen sorunları izleyebilmek, gerçekleri görebilmek, anlayabilmek başlıca tasam oldu. Özellikle edebiyat ve resimdeki yeni girişimlere ilgi duydum. Bize öğretilenlerle çevremde oluşanlar arasındaki çelişkiyi değerlendirerek kendi kendimi yetiştirmeye çaba gösterdim.
Hocamız L. Lévy’nin öğretim biçimi, zamana göre ileri ve bir kuşak üzerinde çok olumlu izler bırakmış olmasına karşın gene de kısıtlı bir görüşü, tutucu bir yöntemi içerirdi. Bunu daha sonra anlayabildim. O zaman bizim için olumlu yanı, eleştiri ve değerlendirmelerinde bağnazlığa düşmemesi ve belli değer yargılarından hareket etmesini bilmesi idi. Doğaya tutkunluğunu Fransız geleneğine uygun olarak bir öğretim yöntemi haline dönüştürmüştü. Bilinen formülü, “doğanın en büyük öğretici olduğu” formülünü uyguladık hep. Bu bizi “doğayı taklit yolu ile resim öğrenmek”e götürdü.
Doğayla bilinçli bir ilişki kuramadım. Doğanın gerçeği ile resmin gerçeği arasındaki ayrımı sonraları anlamaya başladım. Doğanın verilerini yorumlayarak biçimlendirme yöntemini oluşturabilmek olanak dışı idi. Çok beğenilen bir öğrenci olmama rağmen “birşeyler”in eksik olduğunu görürdüm. Resmin biçimsel sorunlarının gerektirdiği yetkinlik yoktu işlerimde. Son yıllarda bir Gauguin röprodüksiyonundan sarının nasıl daha sarı gösterilebileceğini, uyum ve teknik olarak keşfettiğimde heyecanlanmıştım…
Bir aşamadan sonra kendi işimi kendim yapmam gerektiğini anladım.
1948’de bu hava içinde gittim Paris’e. Ustaları gördüm yakından. Bazıları hayal kırıklığı, bazıları hayranlık yarattı. Fransız toplumu, fransız insanı için de aynı şey oldu. Sanırdım ki bu kültür düzeyine ulaşmış bir toplumdaki kişi de gene belli bir düzeyin kişisidir, daha aşağıda olamaz. Tersine, tutuculuğun, gericiliğin ilginç örneklerini orada gördüm. Her karşılaştığım olay biraz daha koşullanmışlıktan kurtulup gerçeğimize yaklaşmamı sağladı.
Paris’te resim çalışmalarımı başlangıçta Lhote’un atelyesinde sürdürdüm (çalışma programı gereği). Bir uyum sağlayamadım, ayrıldım oradan (ekolcü öğretime bir allerjim vardır). Bir ara kendi kendime çalıştım. Öğrenecek ve uygulayacak çok şey olduğunu biliyordum. Ustalardan bunları sağlamaya çalıştım. Yaptığım işlerin aktarma değil de, benim yeteneklerime en yakın sentezler olmasını istiyordum. Bir çok işler çıktı ortaya; bu sürede anladım ki, yaptığım resimler entelektüel girişimlerden öteye gitmiyor, bir çeşit zorlama oluyor.
Bu çabalarda desen tarafımın ağırlığını gördüm. Hem yararlı olur, hem de atelyenin olanaklarından yararlanırım umudu ile Léger’nin öğrencisi oldum. O sırada yapıtlarını inceliyor, özellikle figürlü işlerini seviyordum. Bu kez hiç korkmadan Léger esprisine yaklaştım ama taklide götürmedim. Yaptığım işleri birkaç defa gösterdim, beğendi. Nedenlerini bildiğim için aldatmadı bu beğeni beni. Benim için önemli olan Léger’yi anlamak ve tanımaktı. Anlatım yöntemlerini benimsedim, kendime yakın bulduğum için. Ama bu katıksız plastik oluşum bana yabancı idi.
Fransa’da bulunduğum senelerde sanat, sanatçı, sanatçının toplumdaki yeri ve sorumlulukları üstüne etraflıca düşündüm ve öğrendim. Tek kurtuluş yolunun “bize özgü” olanı bulabilmek olduğunu da öğrendim.
Yurda dönüşümde (1954) sanat ortamını karmaşık buldum.
Ne yapmam gerekli olduğunu biliyordum. Bir süre Léger’den aldığım biçimsel anlatım yöntemlerini geleneksel Doğu Sanatı’nın verileri ile uyuma sokarak, biçimde ve özde Doğu Sanatı’nın akılcı ve üslupçu yanını özümlemeye çalıştım. Fakat işin başında biçimsel bir kısır döngüye gireceğimi de biliyordum.
Resimde İnsan’ı temel unsur alma gereğine iyice inandım, tek çıkış yolu bu idi. Fakat inanarak, içtenlikle, insanı insan olarak yaşayarak (bu duygu benim bütün öğrenim dönemimde ağır bastı). Entelektüel çabalarla oluşturduğum işlerde, her şeyi ile kusursuz da olsa, gene de eksik olan “birşeyler”in olduğunu görürdüm.
1960’lardan sonraki resimlerimde geriye düşme risklerini de omuzlayarak “anlatımı” baş ilke edindim. Yaşam çabalarını, tasalarını, acılarını, yoksulluklarını yaşadığım “Toprak adamları”nın gerçeğinde kendi gerçeğimi yeniden buldum. “Çağdışı” dediler. “Sefalet edebiyatı” dediler, aldırmadım; doğru değildi. İddiam yoktu; yaptığım resmi yaşamanın rahatlığı içindeydim. Güncül ve uydu girişimlerin ağır bastığı bir dönemde sorunlarımı çözmüş, sanatçı olarak bu toplumdaki sorumluluğumun katı sınırlarını çizmiştim.
Önce içinden geldiğim toplumsal ve doğal ortamdan ayrı düşemezdim. Bu ortamın kişiliğimde oluşturduğu “duyarlık” çevremle ilişkide hareket noktası oldu. Ve gene, içinden geldiğim toplumsal ortamın yaşantısını biçimlendiren sınıfsal sorunların etkisi altında olmam doğaldı. Ben bu ortamın ürünü olarak toprak adamlarının yaşamını ve psikolojisini biçimlendirmek çabası içindeyim.
Resim sanatının bir “anlatım sanatı” oldugu temel ilkesinden hareket ederken, amaçladığım anlatımın “biçim” zorunluluğunu da beraber getireceğini, anlatımın somut niteliğinin ancak biçim yolu ile belirlenebileceğini bildiğimi söylemek isterim.
Toprak adamının gerçeğini inanarak, yaşayarak, duyarak vermek istedim.
Eğer bu gerçeğe resimsel bir nitelik kazandırabilmişsem, sade bunda “inandırıcı” olabilmişsem, öz-biçim uyumuna yaklaşmışım demektir.
Gerçekten kopmak biçimsel bir kısır döngüye girmek olur. Sanattaki gerçeğin “insan ve toplum gerçeği” olduğuna inanıyorum.
Başından beri sanatın toplumsal bir işlevi olduğuna inandım. Sanatın yararlılığı ile gerçekliği arasında yakın bir ilinti var…
Değişken olana karşı oldum. Dural kalmanın olanak dışı olduğunu bildiğim için…
Gereksemesiz her atılım olumsuz bir değişkenliği sonuçlar. Değişkenlik yenilenmek değildir: oluşum önemli…
NEŞET GÜNAL
1923
1930-1939
İlkokulu Şereflikoçhisar’da, Ortaokulu Nevşehir’de bitirdi. Nevşehir Belediyesinin verdiği bursla İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdi. Fransız ressam Léopold Lévy’nin öğrencisi oldu.
1930-1939
1946
Akademiyi bitirdi. İlk açılan Avrupa sınavını kazandı.
1946-1948
İstanbul Ses Tiyatrosu ve Ankara Devlet Tiyatrolarında dekor işleri yaptı.
1946-1948
1948-1954
Devlet burslusu olarak Paris’te “Ecole Nationale Supérieur des Beaux Arts”da “Fresk ve Duvar Resmi” uzmanlık öğrenimi gördü. Resim çalışmalarını Fernand Léger atölyesinde sürdürdü. Fransa’da, İtalya’da, İspanya’da inceleme gezileri yaptı. Hastalandı (plörezi). Üç yıl kadar çeşitli sağlık merkezlerinde tedavi gördü.
1954
İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde asistan olarak görev aldı.
1954
1957-1958
Ankara Hacettepe Hastanesi’ne 30 m2, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’ne 22 m2 fresk tekniği ile iki ayrı duvar resmi uyguladı.
1963
Fransız Hükümeti’nin bursu ile Paris’te vitray ve “Gobelin” resimsel halı tekniklerinde çalışmalar yaptı.
1963
1964
Güzel Sanatlar Akademisi’ne atölye hocası olarak atandı.
1965
Ankara, Ajans Türk Matbaası cephesine beton döküm mozaik rölyef yaptı.
1965
1969
Doçent oldu.
1970
Profesör oldu.
1970
1975-1980
Akademi Resim Bölümü Başkanı olarak görev yaptı.
1980-1982
Dekan olarak görev aldı.
1980-1982
1983
Kendi isteğiyle emekliye ayrıldı.
2002
26 Kasım günü aramızdan ayrıldı.
2002